15 Kasım 2007 Perşembe

Viyana'dan

Viyanadayım bir kaç gündür.

Dün görüşmelerden fırsat bulup Kent tarihi müzesine gittim. Müzenin en önemli eserleri arasında 1683 tarihli II. Kuşatmadan kalan eserler sergileniyor. Bir de grup vardı, rehberleri Kara Mustafa Paşa’dan öyle bir söz ediyor ki, zannedersiniz tarihin en önemli komutanı.

Avusturyalı iş ortaklarım var, istisnasız hepsi Fener sempatizanı. Birisi (Wolfgang) Temmuzda geldiğinde üç oğluna birden Fenerium’dan forma aldı.Sonra da Fener’in Avusturya’da kamp yaptığı köye gidip, hazırlık maçlarını izlediler. Oğlanlar Roberto’yu görünce çok heyecanlanmışlar.

Dün Milliyet’te Gerrard’ın Fenerbahçe yorumlarını izleyince tarihte biraz geriye gittim.

Coşkun Özarı liderliğinde şerefli beraberlikler peşinde koştuğumuz dönemlerde geçti çocukluğum. İnadına da hep Avusturya ile eşleşir ve genellikle Hans Krankl’ın gelleriyle 1-0 falan kaybederdik. Bu sonuca da acayip sevinirdik. Avusturya zaten Küçük Almanya demekti. Almanya uzay, Avusturya ise gökyüzü idi bizim için. Bi keresinde de GS, Austria Wien ile eşleşmişti. Maçtan önceki gece yemekte, Avusturyalılar elleriyle beş gösterip “Fünf, fünf” diye bağırmışlardı, gazeteden okuduk. Sonra maçta GS, Seydiç’in golleriyle 2-0 öne geçmiş ama maçı 4-2 kaybetmişti.

1983 olsa gerek, Milli Takım Avusturya’yı 3 golle yendi. Selçuk Yula, İlyas Tüfekçi.. ne muhteşem bir zaferdi bizim için. Adeta tarihe tanıklık etmiştik. Malta dışında gördüğüm ilk önemli galibiyetti. Kuşatmanın 300. senesinde adamlara 3 tane çakmıştık (o zaman kimse böyle düşünmemişti sanırım).

Benim küçüklüğümde biz Avusturyalı oyunculara hayranlık beslerdik. Şimdi ise küçük Avusturyalı çocuklar Fenerbahçe idmanlarına bile gidiyorlar. Durum bu ölçüde değişmiş durumda.

Enseyi karartmayalım.
Ahmet Köksal
15 Kasım 2007

Hiç yorum yok: